“Çoğunluğun Suskunluğu” Üzerine Düşünceler
22 Temmuz 2020
Long Beach`e doğru giderken konu yeniden acildi. Bir kez daha dinlemek
gerekiyordu kuskusuz. her seferinde yaşanmış acının ağırlığının gittikçe arttığını
hissedebiliyordum. Barış imzacılarının bildirisi bizim için çok önemliydi diyerek
sözüne devam etti. Bağırmaya çalışmış insanların sesinin suskunluk çölünde kaybedilmiş
olmasının yarattığı kırgınlığı hissetmemek mümkün değil sözlerinde. Ses
kaybolur mu yahu? Olur tabi…öyle kendiliğinden olmaz tabi. Suskunluk çölünün sesleri
denetleyecek filtrelere veyahut muhafızlara da ihtiyacı yok. Suskunluk öyle bir
hal almış ki acı çığlıklar insanların duyma frekansının dışına çıkmış. Evet toplum
öyle bir noktaya evrildi ki artık bazı sözler, bazı konuşmalar, bazı türküler insanların
duyabilecekleri ses aralığında yer almıyor.
O kadar imkânsız hale geldi ki yaşam, başka çare kalmadı ve buraya geldim
derken yüreğindeki yaranın halen kanamakta olduğunu görebiliyordum. Tüm umutlarını
bağladıkları evlerinin nasıl bir halde olduğunu görmek için yola düşmüşlerdi, müzik
çalardan yükselen ses daha birkaç yıl önce Diyarbekir meydanında devlet erkânının
önünde tınlıyordu ama şimdi onların ölümle tehdit ediyordu sesi duyan ama işitmeyen
polis. Bir annenin evladının gözü önünde katledilmesi…biraz empati yapmak için kafanızı
bilgisayardan kaldırın ve en sevdiğiniz kişiye bakin birkaç dakika…yok yok çok ürkütücü,
hemen çıkmak istiyorsunuz bu kasvetten, değil mi? peki bunu yıllarca deneyimlemiş
bir annenin evladının ölümle tehdit edildiğini ani canlandırmaya çalışın o
zaman…
Hayatta bazı şeylerin geride kalmasını istiyoruz. Çok korkutucu deneyimler
ve insanlığa derin acılar yaşatmış hiçbir şeyin bir daha tekrarlanmasını istemiyoruz.
Peki geçmişte kaldığını düşündüğümüz şeyler hemen yani başımızda sıralarını
bekliyorlarsa ne yapacağız? Susarak insan kalabilir miyiz? Daha somut bir şekilde
söylemem gerekiyor. Dünya yirminci yüzyıl boyunca farklı coğrafyalarda faşizm deneyimi
yaşadı. Türkiye’de yaşadı/yaşıyor! Faşizm milyonlarca insanın hayatını
kaybetmesine, sürgünde yaşamasına, yıllarca hapiste kalmasına yol açtı. Faşizmi
deneyimleyen insanlar yaşam boyu devam eden travmalarıyla bahşetmek zorunda
kaldılar. Peki faşizmle hesaplaşmak nasıl mümkün olabildi mi? Böyle bir
hesaplaşma önemli midir?
Faşizmin yarattığı acılara karşı üç maymunu oynayan toplumlarda bu acıların/travmaların
bir daha yaşanması kaçınılmaz olacaktır, hatta hali hazırda oluyor. Benim bu yazıdaki
amacım “the Silence of Others- Çoğunluğun Suskunluğu” belgeseli üzerine
yazmak. Almudena Carracedo ve Robert
Bahar tarafından yönetilen belgesel General Francisco Franco`nun 40 yıllık
faşist diktatörlüğüyle hesaplaşmaya çalışan aktivistlerin hikayesini konu
alıyor. Belgeselde anlatılanlar, anlatanların yüzüne vuran derin keder, işkenceler,
kaybedilenler, her şey ama her şey çok tanıdık.
Franco`nun
ölümünden iki yıl sonra İspanyol Parlamentosu 1977 İspanyol Af Yasasını (the
Spanish 1977 Amnesty Law) onayladı. Bu yasa politik tutukluların hapisten
çıkması ve sürgündekilerin geri dönmesi yanında İspanyol İç Savaşı ve Franco
İspanya’sında insanlığa karşı suç işleyenlere koruma kalkanı getiriyor. Bu yasa aynı zamanda “unutma anlaşması”
olarak biliniyor. Yasa koyucu herkese yaşananları unutmayı emrediyor.
Belgeselin hemen başında
Af Yasasının parlamentoda kabul konuşmasında şunlar not ediliyor; “Unutma
toplumun tüm katlanmalarına yayılmalı ki toplum birbirinin elini kin duymadan sıkabilsin”.
Böylece unutulan her acının failleri hayatlarına kaldıkları yerden devam
edebilecek, faşist dönemin generallerinin isimleri caddelerde duracak ve faşist
İspanya’nın simgeleri toplumsal hafızayı kamusal alanlar üzerinden şekillendirmeye
devam edebilecekti. Çoğunluk suskunlukla unutma anlaşmasına onay vermiş olabilirdi
ama insan hakları savunucusu avukat Carlos Slepoy`in içerisinde yer aldığı bir
grup bu suskunluğu delmeye karar verdi. 2010 yılında başlayan hukuksal mücadelenin
konu edildiği belgeseli izlerken hem acılara tanık oluyorsunuz hem de mücadelenin
insanların hayata bakış acısını nasıl değiştirdiğine. Tanıdık yüzler ve tanıdık
acılar anlatılan.
1977 tarihli Af Yasası
Franco döneminde yaşanan insan hakkı ihlallerini, kitlesel katliamları ve işkenceleri
soruşturmayı, failleri mahkemenin önüne getirmeyi ve bununla beraber toplumun yaşananlar
hakkında bir bilgi sahibi olmasını yasaklanıyor. Ancak faşist dönemde hapsedilmiş,
işkence görmüş, yakınları kaybedilmiş ve çocukları çalınmış İspanyol yurttaşlar
bu yasanın getirdiği konforla hayatlarına devam eden suçluların huzurunu
bozmaya kararlılar. 1977 Af Yasasına rağmen soykırım ya da insanlığa karşı suç
isleyenler için bir yargılama yöntemi mevcut. Carlos Slepoy bu olanağı söyle temellendiriyor;
öncelikle insanlığa karşı işlenmiş suçlarda zaman aşımı söz konusu olamaz;
ikinci olarak insanlığa karşı bir suç işlendiğinden dolayı bu tür suçlar dünyanın
herhangi bir yerindeki bir mahkeme tarafından soruşturulabilir. Daha önce Pinoche`nin bu şekilde tutuklandığı hatırlatılan
belgeselde, aktivistler Franco İspanya’sında insanlığa karşı islenen suçları 2010
yılında Arjantin`de bir mahkemeye taşıyorlar. 2010 ile 2016 arasında verilen
titiz hukuk mücadelesini anlatan belgesel bizi önemli bir soruyla baş başa bırakıyor;
insanlık faşist geçmişi unutarak, insanlığa karşı suçları ve suçluları yargılamadan
gelecek inşa edilebilir mi?
“Çoğunluğun Suskunluğu” belgeseli
evrensel bir soruna dikkat çektiği için izlemeye ve üzerinde tartışmaya değer bir
yapım. Belgeselin başında bir vadiye bakan “Mirador de la Memoria” anıtını görüyoruz.
Anıt İspanya iç savaşının ve faşizm döneminin unutulan kurbanlarına adanmış. İspanya’da
yol kenarında, mezarlıklarda ve zeytin bahçelerinde toplu mezarlar olduğu ve bugüne
kadar binlercesinin bulunduğunu ancak bulunmayı bekleyen yüzbinlerce mezarın olduğu
biliniyor. “Mirador de la Memoria” tamamlandıktan hemen sonra kimliği tespit
edilemeyen kişi/kişiler tarafından kurşunlanıyor. Heykellerin birinde kalan kurşun
izi sonrası heykeltıraşı Francisco Cedenilla “eksik kalan kısım tamamlanmış oldu”
diyerek tepkisini ortaya koyuyor. Kayıp mezarlar, kurşunlanan anıtlar, işkenceci
polisler ve caddelere verilen asker isimleri. Tüm bunlar bize ne kadar tanıdık
geliyor, değil mi?
Yorumlar