İşsizlik Oranı ve Hesaplama Yöntemi Üzerine Notlar


İşsizlik Oranı ve Hesaplama Yöntemi Üzerine Notlar
Selim CAKMAKLI
Turkiye ekonomisinde 2000`li yillarin ortasindan bu yana suregelen onemli bir meseleye yakindan bakmak gerekiyor; Turkiye ekonomisinde issizlik oranlari giderek yukseliyor. İssizlik oranindaki yukselme basi basina bir sorundur ancak tanimlama ve hesaplama yontemi teknik bir meseleden cok ideolojik bir meseledir. Ayrica issizlik sadece bir ekonomik rasyo degil ayni zamanda, bir iktisat politikasidir. Simdi bunlari biraz daha acalim.
Makro iktisat derslerinin ilk konularından biri işsizlik oranı hesaplama yöntemidir. İşsizlik oranı işsizlerin aktif işgücü içerisindeki yüzdelik oranı biçiminde tanımlanır. Tanımlama basit görünmekle beraber verilerin toplanması ve sınıflandırılması istatistik kurumlarının hummalı çalışmasını gerektirir. Kimlerin işsiz olarak kaydedileceği belirli kriterlere göre belirlenir. Bir işte çalışmayan herkes işsiz olarak sınıflandırılmaz. İşsiz olarak sınıflandırılmak için son 4 hafta içerisinde iş arama kanallarından en az birini kullanmış ve çalışmaya uygun 15 yaş ve yukarısında olma şartına bakılır.
Böyle bir kısıtlama yapılmasının nedeni de kişinin “çalışmaya istekli” olup olmadığını ölçmektir. “Çalışmaya istekli” olmak ideolojik bir tanımlamadır. Tarihsel olarak bakıldığında, üretim araçları üzerindeki hakimiyetini kaybetmiş ve emek gücü dışında bir üretim aracına sahip olmayan kitlelerin hayatlarını idame ettirmek amacıyla emeklerini diğer metalar gibi piyasada satmak zorunda kaldıkları görülür. Bu açıdan, emekçinin bir iş arama ve çalışma çabası “çalışmaya istekli” olmasından değil “çalışmaya zorunlu” olmasından kaynaklanır. Bu ideolojik tanımlamayı bir kenara bırakıp işgücünün teknik olarak nasıl hesaplandığını görmek için aşağıdaki sınıflandırmayı kullanalım.


Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) çalışabilir yaştaki nüfusu (58.7 milyon) iki kategori biçiminde sınıflandırmaktadır; işgücü (30.5 milyon) istihdam edilenler (27.2 milyon) ile işsizlerin (3.3 milyon) oluşturduğu bir kategoridir; işgücüne dahil olmayanlar(28.1 milyon)  ise iş aramayıp çalışmaya hazır olanlar, mevsimlik çalışanlar, ev işleriyle meşgul olanlar ve eğitim/öğretim nedeniyle işgücüne dahil olmayanların toplamıdır. İşsizlik oranını hesaplamak için işsizlerin sayısı işgücüne bölünür ve yüzde olarak ifade etmek için 100 ile çarpılır. Buna göre, Türkiye genelinde işsizlik oranı 2014, 2015 ve 2016 yıllarında sırasıyla yüzde 9.9, yüzde 10.3 ve yüzde 10.9`dur. 2017 yılının ilk sekiz ayında ise işsizlik oranı ortalaması yüzde 11 olarak hesaplanmıştır.
Yukarıdaki kategorileştirme, işgücü piyasası ile ilgili çok önemli bir rasyonun daha hesaplanmasına olanak verir. İşgücü sayısının çalışabilir yaştaki nüfusa yüzdelik oranı bize işgücüne katılım oranını verir. 2014, 2015, 2016 yıllarında işgücüne katılım oranı sırasıyla yüzde 50.5, yüzde 51.3 ve yüzde 52`dir. 2017 yılının ilk sekiz ayında söz konusu oran yüzde 53`e yükselmiştir. İşgücüne katılım oranı Avrupa Birliği ülkelerinde ortalama yüzde 57 ve OECD üyesi ülkelerde ortalama yüzde 59 civarındadır. Buradan şu sorunun cevabını bulmak mümkündür; Türkiye`de işgücüne katılım oranı Avrupa Birliği ortalamasına yakın olsaydı, mesela yüzde 55 olsaydı, işsizlik oranı ne olur du? Bunun için işgücüne katılım oranını yüzde 55 olarak kabul edip işgücü ve işsiz sayısı yeniden hesaplanabilir. Bu basit hesaplamayla, işsizlik oranı 2014, 2015 ve 2016 için sırasıyla yüzde 17.3, yüzde 16.3 ve yüzde 15.8 olarak bulunabilir. Demek ki, İşgücüne katılım oranıyla işsizlik oranı arasında yakın bir ilişki var.
TÜİK verilerinde yer alan bir diğer kategori de iş aramayıp, çalışmaya hazır ancak iş bulma ümidini olmayanlar; yani boynu bükükler. İş bulma ümidi olmayanlar işsizlik oranında yer almaz. Ancak işsiz sayısına iş bulma ümidini kaybedenleri ekleyerek daha geniş tanımlı bir işsizlik oranı hesaplamak mümkündür. Bu hesaplamaya göre, geniş tanımlı işsizlik oranı 2014, 2015 ve 2016 yıllarında sırasıyla yüzde 11.8, yüzde 12.3 ve yüzde 12.8 olarak hesaplanır. 2017 yılının ilk sekiz ayı için geniş tanımlı işsiz sayısını yüzde 12.9 olarak hesaplamak mümkündür. Dolayısıyla TÜİK`in resmi işsizlik oranıyla geniş tanımlı işsizlik oranı arasında kabaca 2 puanlık bir fark mevcuttur.
Çeşitli sosyal politikalarla veya bazı iktisadi gerekçelerle çalışabilir nüfusun önemli bir kısmı işgücüne dahil olmayan nüfus kategorisine dahil olmaya zorlanırsa işsizlik oranı da olması gerekenden daha düşük hesaplanabilir. Muhafazakarlaşma, kadının işyerinde yaşadığı ayrımcı ve cinsel baskılar gibi nedenler kadınların önemli bir kısmının işgücüne dahil olmasının önünde engeller yaratır. Nitekim iktisat teorisinin ve hakim ideolojinin yarattığı diğer bazı gerekçeler de vardır. Ornegin, İktisat öğrencilerinin derslerinde öğrendiği işsizlik kategorilerinden biri yapısal işsizliktir. Bir işçinin sahip olduğu yetenekler işin gereklerini karşılamıyorsa kişi yapısal olarak işsizdir. Bu durumda okula dönüp yeni yetenekler kazanmalıdır. Son dönemlerde yaygınlaşan yaşam boyu eğitim söyleminin ardındaki gerekçe budur. Yapısal işsizliğin bir diğer nedeni de ekonomideki mekansal dönüşümlerdir. İş olanakların belirli bölgelerde yoğunlaşması, diğer bölgelerdeki işsizleri yapısal olarak işsizliğe mahkum edebilir. Her iki durumda da işsizlik toplumsal bir sorun olmaktan öte bireysel bir sorun olarak ele alınır.
Ancak istatistiki olarak işsizlik oranının bilinçli olarak düşük hesaplanması öncelikle ülkedeki toplumsal gerginlikleri azaltıcı ve bireylerin iş bulma ve çalışma ümidini kaybetmemesini sağlar. Bu sebeple işsizlik sorunu sadece hesaplamalardaki ideolojik unsurlarla sınırlı değildir, toplumsal bir sorundur. Dünya ekonomisinde artan rekabet, makinalaşma ve finansallaşma işsizlik sorununu daha da ağırlaştıracaktır. Madalyonun diğer yüzünde ise, çalışanların iş sırasında yaşadığı türlü zorluklar, psikolojik yıpranma, ve yaralanmalar vardır. Türkiye özelinde bunlara OHAL koşullarının yarattığı hak arama mekanizmalarının tıkanmış olmasını da eklemek lazım.
Dünya ekonomisinde 2007/2008 krizi ve ardından gelen Büyük Resesyon sonrasında işsizlik oranları hızla yükselmiştir. Ana akım iktisatçıların kriz sonrası toparlanma söylemine rağmen ücretler reel anlamda kriz öncesi düzeyine erişememiştir. Bununla birlikte kriz sonrası yaratılan işlerin niteliği (yarı zamanlı çalışma) genç kitlerin ekonomik koşullarının ailelerinin geçmişte sahip olduğu olanakların gerisinde kalmasına neden olmuştur. Bu da dünya genelinde yeni yaratılan iş potansiyelini azaltıcı bir durum yarattığından ILO raporlarına göre dünya ekonomisinde ortalama işsizlik oranları da hızla yükselmektedir.

Comments

Popular posts from this blog

Paul Robeson ve 1 Mayıs

Rezillik